14 Haziran 2014 Cumartesi

neler oldu neler bitti..

Yüz gün sonra istanbuldayız..

sevdiklerim dışında hiçbirşeyini özlememiş olduğumu anlamanın şaşkınlığını yaşıyorum. Sanki hiç burada yaşamamışım gibi. Sokaklarını arşınlamamışım, yollarını eskitmemişim, denize bakım hiç bira yudumlamamışım gibi. Yabancı bir şehrin kaosuna düşmüşüm de, gözlem yapıyormuşum gibi hissediyorum.

İstanbula gelene kadar ne çok insanla tanıştım, ne çok manzara gördüm, ne çok hikaye dinledim.. neresinden başlasam bilemiyorum..

fethiye pastoral vadinin portakal çiçeği kokusuna, güçlü atı rüzgara, gediklisi bünyamine, çalışan köylülerine ve fransız gönüllülerine bir nebze doyduktan sonra ilk sevgili olduğumuz yıl gittiğimiz kabak shanti garden'ın sahibi Hasan'ın Kaş'ta İzne köyünde açmaya hazırlandığı kamp alanına doğru yola çıktık..

Fethiye'ye kadar gelmişken Serhat'ın İstanbul'dan kaçıp eşiyle birlikte Fethiye'ye yerleşen çocukluk arkadaşı Memo'ya uğramayı da ihmal etmedik tabii. Sanırım yolda olmanın en güzel taraflarından biri de bu- sevdiklerine zaman ayırabilmek. Keyifle geçen bir gecenin ardından derlenip toplanıp yolumuza devam ettik.

Kaş'tan 13 km dağ yolu tırmanışıyla ulaşılan İzne köyüne vardığımızda hava kararmış, meis adasındaki evlerin ışıkları kaş'a doğru göz kırpmaya başlamıştı bile. Bizi kapıda Hasan, meggie ve beyaz karşıladı. Uzun zaman sonra yeniden bir araya gelmiş olmanın keyfini sürdük. Gördüğüm en çalışkan insanlardan biri olan Hasan bir başına kısacık bir zamanda üçü neredeyse bitmiş tam beş tane bungalow ev yapmıştı bile. Kocaman pencereli evi arazinin tepesinde badem ağaçlarına bakıyordu. Biraz ev işleri, biraz Hasan'a yardım derken sebze bahçesi yapmaya karar verdik. İlk yükseltilmiş sebze bahçesi kurma girişimimiz başarıyla sonuçlandı : )

Hasanın geleni gideni, eşi dostu da hiç eksik olmadı biz oradayken. Daha sonra tekrar karşılaşacağımızı bilmediğimiz Bahar'ı da orada tanıdık, büyük bir hayranlıkla hikayesini sevdiklerimizle paylaştığımız Murat'ı da.

Lafı gelmişken biraz Murat'tan bahsedeyim. Hasan'nın yerinin hemen yan tarafında Mektephan adında bir kamp alanı var, eski bir okuldan dönüştürülmüş, yeşillikler içinde, bungalowların ve kamp alanının olduğu işletmenin sahibi Nejat abi bizi pikniğe götüreceğini söylediğinde çevreyi görecek olmanın heyecanıyla koşa koşa arabaya doluştuk. Toprak yoldan çukurlara bata çıka gittiğimiz yerde bir arkadaşlarının bir arazi aldığını ve orada yaşadığını duymuştuk. Likya yolunu epey meşakkatli bir rotası üzerinde durduğumuzda sağımızda bir dere solumuzdaysa yıllardır dokunulmadığı besbelli eski yıkık dökük bir ev gördük. Karşımızdaki ev Murat'ın eviydi. Araziye girip Murat'ın nerede olduğunu anlamaya çalışırken tüm güleçliğiyle karşımızda ince uzun genç bir adamla karşılaştık. Ben hayatımda hiç böylesine bir sevinçle karşılandığımı anımsamıyorum.

Murat yıllar evvel o yolu yürürken görmüş bu araziyi, “aşık” olmuş kendi tabiriyle. Ama ne arazi almaya niyeti ne de bütçesi varmış o zaman. Hasan Kaş'a gelip yerleşince bu araziyi tekrar bulmak için epey çaba gösterdikten sonra hem araziyi bulmuş hem de sahibine ulaşmış. Allem etmiş kallem etmiş, hiç malını mülkünü satmaya niyeti olmayan adamı ikna etmiş. Araziyi alır almaz da akarı var kokarı var dememiş gelmiş içine yerleşmiş. “Elektriği yok, suyu yok, yolu mayın tarlası..” diyenleri duymazdan gelmiş. Oraya olan aşkı da karşılığını vermiş, ona zor bir kış yaşatmış. Buz orlu kış ona öyle iyi gelmiş, öyle iyi gelmiş ki kışın bir üç ay daha sürmediğine üzülür olmuş. Değişmiş, dönüşmüş, kendine dönmüş.. İnsan sesine hasret, kendi sesine yabancı kalmış ama kendini bulma yolunda çıktığı yolda bunlar da ona iyi gelmiş..

Biz vardığımızda ağaçları sarmalamış bağları usul usul, tüm doğayı gözeterek temziliyordu. Karıncayı ezmemek, ağazı üzmemek, yabanı ürkütmemek gibi derlerinin arasında bizi nasıl ağırlayacağını şaşırmış haliyle kalbimizde kocaman bir yeri oldu. Benim her aklıma geldiğinde “yolu açık olsun, tüm dilekleri bir bir tutsun” dediğim insanlardan birisi oldu. Bir daha karşılaşır mıyız? Bilmem, bir önemi yok. Böylesine güzel yaşanan bir aşkı ve o aşka harcanan emeği görmek benim için çok kıymetliydi..

Kaş'ta kalbime yer eden insanlardan biri de cemile ana. Komşumuz Veli amcanın karısı, yareni, elli yıllık hayat arkadaşı.. sağır duymaz uydurur cinsinden yaşlanmış kulaklarına inat tüm duyduklarını – ama aslında yanlış anladıklarını- birinden bir başkasına aktarmak konusunda ihtisas yaptığı her gün tescillenen Veli amcanın “ah veli ah, gençken de hiç susmazdın, susup dinlememekten sağır oldu bu kulakların, gocamaktan” değil diyen, “yemeğine ortak oldum ama elli yıldır lafına ortak olmadım anam, benim için rahat” diye yüzleyen ama kocası sofraya oturmazdan evvel aşkla “sırtına minder koy koca adam, sen hastalansan benim kalbim yanar” demekten de geri kalmayan bir şaman kadın.. Sağlık sıhhat lafı ne zaman geçse kalbimden geçiriyorum ikisini de..

15 gün kadar Hasan'ın evinde misafir olduktan sonra Hasan'a meggie'ye ve bir daha hiç göremeyeceğimiz beyaz'a veda ettik..

Yola çıkmadan önce en çok gitmek istediğimiz yerlerden biri olan Çıralı tarafında Beycik köyünde yaşayan Ayşe ve Selahattin'in yeri olan Flora'ya doğru yola çıktık. Yapacakları Bahar şenliğinin birkaç gün öncesiydi.. Bu da yolda olmanın başka güzel bir tarafı işte, dostlarımızın yardıma ihtiyaç duydukları anda yanlarında olabilmek..

Sürpriz gidişimiz sevinç çığlıklarıyla karşılandı. Uzun uzun sarılmalar, öpüşmeler, koklaşmalar, duygusal ağlaşmalar içimizi açtı da açtı..açıldık saçıldık selahattinin güzel kaktüs çiçekleri gibi renklendik. Ayşenin güzel yemeklerinin tadını çıkarttık. Selahattinle keyifli zamanlar geçirdik derken bir baktık ki çok kalabalıklaştık. Şenlik çağrısını duyan gelmişti. Şima ve Hande ile tanıştık. Yılların göçebesi Şima ve taze istifasını verip yola çıkmış Hande'niz güzel dünyalarını dinledik. Çok özlediğimiz Emre ve Günnurla görüştük.. Alker teknolojisiyle ev yapma fikrini kafasına fena halde koymuş Atalay'dan çok şey öğrendik. Öyle kalabalıktı ki, herkesi ansam sayfalar dolusu yazmam gerekir.

Sürpriz yaparak geldiğimiz Florada bizi de bir Sürpriz bekliyordu. Kaş'ta Hasan'ın evinde tanıştığımız Bahar. Arkadaşı Atakan'ın sen burayı çok beğenirsin bir uğrasana demesiyle gelmiş Bahar. Karşılaşınca “dünya ne küçük yahu” diye sarıldık birbirimize.. Sohbet muhabbet, istanbuldan arkadaşımız deniz'in de geleceğini ve bizimle tatil yapacağını söylediğimizde, bahar kaş'ta boş duran bir evi olduğunu ve biz gitsek o ev bir işe yarıyor diye nasıl sevineceğini, istediğimiz kadar kalabileceğimizi, haftasonları ona da gelmek için bahane olacağımızı anlatmaya başlamıştı bile.

[Bu önemli bir an. Yola çıkmaktan korkarken evsiz kalmak, parasız kalmaktan korkanlara sesleniyorum; yolda olmak yüzlerce evinin olması demek.. kapıların açılması demek.. hikayelerin buluşması demek..]
Parasını verip kalamayacağımız Meis adasına nazır, önü deniz, bahçesi begonvil kocaman bir evde şahane bir tatil yapacağımızı henüz bilmiyorduk pek tabii : ) ama en önemlisi böyle şahane bir dost edineceğimizden haberimiz yoktu..

Bahar şenliğinden hemen sonra Serhatla yollarımız ayrıldı. O, gustavla birlikte kaş'ta arkadaşımız Emir'in Limanağzındaki mekanı Delos'a yardıma gitti, bense Yeniköy'deki kadın çemberine doğru uzun ve yorucu bir yolculuğa çıktım.

Çanakkale Yeniköy'e gitmek evime dönmek gibiydi. 17 saat süren yolculuğun ardından “kendi odamızda” kalmanın tadı bambaşkaydı. Ben gittikten bir gün sonra İstanbul'dan, Çanakkale'den, Antalya'dan gelen benim güzel tatlı cici cadılarım yavaş yavaş gelmeye başladıklarında heyecandan, çarpıntıdan ve dev bir sevgi dalgasından başka hiçbir şey yoktu sanki. Tanıdığım bildiğim dostlarımı bir kez daha anladığım, tanımadıklarımı keşfe koyulduğum şahane çember deneyimleri yaşadım.çok güzel kadınlar tanıdım, çok şahane hikayeler dinledim.. Ayrılmak zor oldu ama yeni kavuşmaların heyecanına da yer açtım..

Akçay'da minik bir yeğen molası verdim tabii ki : )

Yine uzun ve yorucu bir yoldan sonra Serhat'ın yanına müthiş bir özlemle geri döndüm.

Delos'ta dünyayı parasız pulsuz gezmiş ve seyyah geçen yılların ardından bir gece “beni bir yere bağlayacak bir erkeğe” niyet ediyorum dedikten sonra bir sevgiliye değil ama o gece rahmine düşen oğlu Aziz'e kavuşan ve bana niyet etmek konusunda güzel bir ders veren Mehlikayla tanıştım. Dört yaşında bir erkeğe aşık olmanın keyfini yaşadım. Mehlikanın bir başına muhteşem anneliğine, azizin dört yaşındaki erdemliliğine hayran kalarak birkaç gün geçirdim..

bu arada zaman su gibi akıp geçti ve deniz istanbul'dan kaş'a , bizde Bahar'ın bize armağan ettiği o güzel eve doğru yola çıktık. Limanağzın'dan Kaş'a likya yolunu yürüyerek gittik. Şahane manzaralar gördük. Gustav da likya yolu yürümenin haklı gururuyla yol boyunca devrilecek yer aradı. Bu arada biz de sonbaharda bir yolunu bulup uzun bir likya yolu yürüyüşüne niyet etmiş olduk..

Deniz'in kaş'a gelişi en çok da dostlarımı ne çok özlediğimi hatırlattı bana. Tanıdığım bildiğim birini görmek, istanbuldan haber almak, olanı biteni dinlemek öyle iyi geldi ki.. bir haftalık keyiften bayıldığımız bir tatil yaptık. En zor kısmı da deniz'i yolcu etme kısmıydı. Sanırım ayrılma anları pek bana göre değil..

Bu arada Kaş'tayken barış köyünden tanıştığım tatlı meslektaşım -artık ikimizin de eski mesleği tabii, göçebelik ikimizin de kalbini çalmış durumda- Işıl, Bodrum Mumculardaki Varvil çiftliğinin gönüllü ihtiyacı olduğundan, kendisinin de orada çok keyifli günler geçirdiğinden bahsedince dümenimizi bodrum'a çevirdik.

Köyceğizde yediğimiz muhteşem kurufasülye, görmeye korktuğumuz dönümü yirmibeşbin liralık arazi.. birkaç saatte bodrumdaydık.

“Siz mumcular'a girin solunuza baka baka gelin köyden sonra sarı bir kapı göreceksiniz” gibi şahane bir tarif veren rizeli olduğu her halinden belli sesin sahibi vehbi abiydi.vardıktan Birkaç saat sonra tanışacağımız minik bir hoparlör yutmuş gibi konuşan levent abi ise yoğurt, peynir, yumurta dağıtmak üzere servise çıkmıştı..

kaldığımız en keyifli yerlerden biriydi varvil. Mutlu inekleri, serseri tavukları, katatonik köpeği ve ediyle büdü şakireyle dudu gibi olmuş vehbi abi ve levent abiyle hep eğlendiğimiz, güzel sohbetler ettiğimiz bir yer olarak kaldı aklımızda. Keçi peyniri, beyaz peynir, kaşar peyniri -ki hakikaten başlı başına kocaman bir iş- ve yoğurt yapımından delicesine zevk aldığımı anladığım, yorgunluktan ölü gibi uyuduğum ve her sabah mutlu uyandığım bir yer.. yine yine yeniden gitmek istediğim bir yer.


Kuzenim Cansu'nun ankaradaki nişanı nedeniyle bodrumda geçirdiğimiz on beş günün sonunda bize yine yollar göründü...hayırlı işler vesilesi ile bile olsa şehire gitmek istemediğimi onaylayan birkaç gün geçirdik ankara'da..
Sonra bir şehirden başka bir şehire, istanbula geldik..

bu yazı sanırım “uzun zaman yazmamış olmanın” yazısı oldu. Hem kendi tarihi tutmak için, hem de merak edenlere “vallahi de yaşıyoruz” demek için..

Yazmak konusunda disiplin sahibi olmaya niyet ediyorum.
Yazarken duygularımı yitirmediğim aralıklarla yazmaya niyet ediyorum..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder