4 Temmuz 2014 Cuma

kendine ait bir oda...


yeniden yeniköydeyiz.

burası bizim merkezimiz gibi. dönüp dolaşıp geleceğiz evimiz gibi.

gelişimizi kutluyoruz. ve sonra sabah oluyor.

üzerimde derin bir mutsuzluk hali. nereden geldiğini nasıl geldiğini, nasıl beni sabah sabah bu kadar sarıp sarmaladığını bir türlü bulamıyorum. bahçede oturuyorum olmuyor. gustavla badiyi alıp orman yürüyüşüne çıkıyorum, yok. salon serin diyorum -ne gerek varsa, hava yeterince serin zaten- kıvrılıyorum bir köşeye. yine içimde bir sıkıntı. kocaman bir yılan tarafından yutulmuş gibi hissediyorum.

sonra bir güç bulup kalkıyorum, canım firuz'un odasına dalıyorum. "firuz ben çuval gibi hissediyorum" diyorum. bilmem kaç kere söylüyorum bunu. firuz yıkanmış, saçlarını taramış, odasında güzel bir şeftali kokusu var. hafif bir müzik çalıyor. kitap okuyor odasında. - dün gece ne çok gülüp eğlenmiştik oysa. çocukluk travmalarımızla dalga geçip, ince ince tespitler yapıp nasıl da derinlerimizde dolaşmıştık - belki de onun yorgunluğudur diye konuşuyoruz.

sonra ağzımdan dökülüveriyor. "seni şu an çok kıskanıyorum. bu oda çok güzel."

ve o an dank ediyor. ben kendi yaşam alanımı sevmiyorum. serhatla birleştirilmiş tekli yataklarda yatıyoruz ve her gece aramızda üç-beş santimlik boşluklar oluşuyor. odada hiç görsel yok. gardrop yapabileceğimiz bir şey yok. her yer yine dağıldı. bavulda yaşamaya gıcık oluyorum. ayakkabılarla odaya girmekten nevresim toz toprak oldu.

o zaman gidip duruma el koymalıyım! sorunu biliyorsam çözmekten kolay ne var?

ve firuzun yanından koşarak serhat'ın yanına gidiyorum. en iyi dostum, sevgilim, hayat kolaylaştırıcım gülen gözlerle dinliyor anlattıklarımı. "e hadi" diyor, "gidip bu işi halledelim.." bu adamın holivud filmlerinden fırlayıp hayatıma girdiğine neredeyse emin gibiyim : )

yatağımızı ve yatağımızın yönünü değiştiriyoruz. güzel kokulu nevresimler geçiriyoruz. uyku tulumlarımızı bir otelde battaniyeler nasıl serilirse öyle seriyoruz. sonra çıkıyoruz gardrop avına. şahane bir köşe dolap buluyoruz salona giden holde. kapıp getiriyoruz. yatak başımız için ikili bir raf bile buluyoruz bir yan odadan. yetmiyor. tatlı cadı İlknur'un bana hediye ettiği sabunun paketin kağıdındaki görseli rafımızın üstüne asıyoruz.
ayrılan yataktan, bavulla yaşamaktan kurtuluveriyoruz bir anda. minik tatlı bir kilim getirip seriyoruz yere, artık odamıza ayakkabımızla girmeyeceğiz.

ağzım kulaklarımda gezinmeye başlamışken, firuz elinde hoparlörle geliyor, "müzik dinlersin" diyor. sanırım bugün melekler benim için çalışıyor..



göçebe yaşam hep öyle güllük gülistanlık değil. şehirli refleksleri, mekansal takıntılar, mülkiyet arzuları ara ara gelip dürtüyor. su sıkıntısı var diye yıkayamadığım, en sevdiğim kirli şortum bana kirli poşetinden göz kırpıp "azıcık canın sıkılsın, beni giyemiyorsun yine" falan diyor tabi..

ama ikeaya gidip bir çift kişilik yatak -elbette o yatağa uygun nevresimler-, bir gardrop ve yatakbaşı görseli alıp  dönmüyorsun işte..

aramayı, bulmayı, yaratmayı, destek olmayı, talep etmeyi, kendi ihtiyacını gözetmeyi öğreniyorsun işte..

çok şükür, buradayım.
çok şükür, bu gece keyiften bayıla bayıla uyuyacağım.
çok şükür, kendime ait bir odam var.

1 yorum:

  1. Gözlerim dolarak, kalbim pıt pıt atarak, heyecanla, umutla, azıcık kıskançlıkla, hayallerin(m)i gerçekleştirebilmek için yola çıkan, çok güzel yürekli insanlarla buradan tanıştığımıza çok memnun oldum. Sabahtan beri işi gücü bırakıp yazdığınız her şeyi okudum..:) İyi ki varsınız, 11 Ağustos'ta buluşup, size kocaman sarılmaya niyet ediyorum...:)
    http://www.youtube.com/watch?v=p4XC0xBCCFQ

    YanıtlaSil